17 Eylül 2014 Çarşamba

FİZİK AŞK ve BOYUTLARARASI AŞK



Doğum haritalarımızda fizik dünya bağlantılı aşk duygumuz büyük oranda Mars ve Venüs ile sembolize olur. Bu gezenler haritamıza kontak yaparak geçtiği zamanlar fizik aşkımızın aktive olduğu zamanları sembolize eder. Böyle zamanlarda kolayca çekim duyarız, ayrıca kendimiz de çekici hale geliriz. Doğum haritamızdaki bu gezegenlere Jüpiter transitinde aşkımız genişler, parlar, derinleşir. Satürn geçişi olduğunda, olumlu bir geçiş ise, bu dünyasal aşkın istikrarlı olduğunu sembolize eder.

Fizik dünya aşkı, geçici ve en büyük tekâmül ettirici etmendir. Ego’nun en yüksek olduğu alanlardan birdir. Fiziksel aşkta, ruhsal ÖZ’ümüzün aslında hiç peşinde olmayacağı beklentilere gireriz. Sahiplenme, beğenilme isteği, onaylanma isteği, sahip olunma isteği gibi. Sonra bunları bulamazsak bu kez de yine ego kaynaklı; ÖZ’ümzüde olmayan duyguları taşımaya başlarız: Kırılma, üzülme, hayal kırıklığı. Beklentili olmanın doğal sonuçları.

Kırılmamamız ve üzülmememiz ve hayal kırıklığına uğramamamız için şunları hatırlayalım ve idrak edelim;. Öncelikle hepimiz yaşam olarak, doğmadan önce çok dikkatlice kendimize ve bütüne en faydalı olarak düzenlediğimiz plana uygun olanını sürüyoruz. Rastlantı yok.  Plan var. Dünyasal hayatta, bir durumda (ya da bütün durumlarda) yapılması gereken ne varsa yaptıktan sonraki akış'a ve an' a güvenmeliyiz, teslim olmalıyız. Şu an ne oluyorsa KENDİMİZ onu kendi yararına olduğu için planlamıştık, yaşam olarak, amacımız egolarından arınmaktı. Ego = beğenilmek,  takdir edilme isteği, öncelikle. Gelişmiş ruhlar genellikle yalnız yaşarlar. Çift olmanın getireceği ego derslerine ihtiyaçları artık yoktur çünkü. Evet, çift olarak yaşamak egonun bir fonksiyonudur. Ego sevilmek, beğenilmek, birisinin gözünde tek olmak vs ister. Oysa hiç birimizin buna ihtiyacı yoktur. Sadece bunu idrak etmek gerekir. Hepimiz var oluş halimizle zaten çok değerli ve eşsiziz. Bunu idrak edersek beğenilme beklentimiz kalmayacak, beklenti kalmayınca, kırılma, üzülme, hayal kırıklığı gibi sonuçları olmayacak.

Bir durup düşünelim. Bizim kendimizi uğrunda kırılmış hissettiğimiz "o kişi" kim? O da tam da bizim gibi, kendi tanrısal özünü idrak etme yolunda, kendi karmalarıyla, kendi tekâmülüyle uğraşıp duran ve aynı maddesel mekân ve zamanı kullanan bir ruh arkadaşı. O kadar. Onu çok özel yerlere koymayalım ve tekâmülümüze faydalı olduğu için kutsayıp, sevgiyle kendimizden özgür bırakalım. Kendimizi de ondan özgür bırakalım. Birisine ya da birilerine bağımlı olduğumuz sürece, yani mutluluğumuz bir başkasının davranışlarına bağlı olduğu sürece ÖZ’ümüzün gerektirdiği özgürlüğe kavuşamayız. Zaten beklentilerdir insanı mutsuz eden ve an'da ve akışta olmaktan alıkoyan ki hepsi de egoya aittir. Özgür olmak, "kabul ve hoşgörü" den öte, zaten kabul ve hoşgörüye bile gereksinimi olmayan bir ÖZ olduğunu idrak etme konusudur.

Boyutlar arası, yani boyutlar boyunca süren ruhsal aşk ise bambaşka bir anlamdadır. Doğum haritalarımızda Neptün ve Neptün geçişleri ile sembolize olur. İlahi bir aşktır. Beklentisi yoktur. Sahiplenmesi yoktur. BİR’ e ve bütüne duyulan sevgidir ve saygıdır.  Kırılınmaz, üzülünmez, hayal kırıklığına yer yoktur, beklenti olmadığı için. Böyle bir ruhsal bağlamdaki sevgi bazen bir insanla da yaşanır. Ancak tüm ruhsal bilgilerde bunun ancak kişilerin tam tekâmülünden sonra gerçekleşebileceği söylenir.  Egonun hiç yer almadığı bir aşktır. Var oluşun kutlandığı bir aşk. Bazı bilgilerde bunun ikiz ruh (twin flame) ile bir araya gelindiğinde yaşandığı söylenir ki bu da yine tüm tekamül tamamlandıktan sonradır.


Biz şimdi dünyaya inelim J Şimdi egomuza yenilip hala beğenilmediğimiz (!) için ya da arzularımız karşılık bulmadı diye üzülmeye mi devam etmeliyiz,  yoksa, Öz'ümüzü idrak edip var oluşun keyfini anda ve akışta kutlamalı mıyız ?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder