Doğum haritalarımızda fizik dünya bağlantılı aşk duygumuz
büyük oranda Mars ve Venüs ile sembolize olur. Bu gezenler haritamıza kontak yaparak
geçtiği zamanlar fizik aşkımızın aktive olduğu zamanları sembolize eder. Böyle zamanlarda
kolayca çekim duyarız, ayrıca kendimiz de çekici hale geliriz. Doğum
haritamızdaki bu gezegenlere Jüpiter transitinde aşkımız genişler, parlar,
derinleşir. Satürn geçişi olduğunda, olumlu bir geçiş ise, bu dünyasal aşkın
istikrarlı olduğunu sembolize eder.
Fizik dünya aşkı, geçici ve en büyük tekâmül ettirici
etmendir. Ego’nun en yüksek olduğu alanlardan birdir. Fiziksel aşkta, ruhsal ÖZ’ümüzün
aslında hiç peşinde olmayacağı beklentilere gireriz. Sahiplenme, beğenilme
isteği, onaylanma isteği, sahip olunma isteği gibi. Sonra bunları bulamazsak bu
kez de yine ego kaynaklı; ÖZ’ümzüde olmayan duyguları taşımaya başlarız:
Kırılma, üzülme, hayal kırıklığı. Beklentili olmanın doğal sonuçları.
Kırılmamamız ve üzülmememiz ve hayal kırıklığına uğramamamız
için şunları hatırlayalım ve idrak edelim;. Öncelikle hepimiz yaşam olarak,
doğmadan önce çok dikkatlice kendimize ve bütüne en faydalı olarak
düzenlediğimiz plana uygun olanını sürüyoruz. Rastlantı yok. Plan var. Dünyasal hayatta, bir durumda (ya da
bütün durumlarda) yapılması gereken ne varsa yaptıktan sonraki akış'a ve an' a güvenmeliyiz,
teslim olmalıyız. Şu an ne oluyorsa KENDİMİZ onu kendi yararına olduğu için
planlamıştık, yaşam olarak, amacımız egolarından arınmaktı. Ego = beğenilmek, takdir edilme isteği, öncelikle. Gelişmiş
ruhlar genellikle yalnız yaşarlar. Çift olmanın getireceği ego derslerine
ihtiyaçları artık yoktur çünkü. Evet, çift olarak yaşamak egonun bir
fonksiyonudur. Ego sevilmek, beğenilmek, birisinin gözünde tek olmak vs ister.
Oysa hiç birimizin buna ihtiyacı yoktur. Sadece bunu idrak etmek gerekir. Hepimiz
var oluş halimizle zaten çok değerli ve eşsiziz. Bunu idrak edersek beğenilme
beklentimiz kalmayacak, beklenti kalmayınca, kırılma, üzülme, hayal kırıklığı
gibi sonuçları olmayacak.
Bir durup düşünelim. Bizim kendimizi uğrunda kırılmış hissettiğimiz
"o kişi" kim? O da tam da bizim gibi, kendi tanrısal özünü idrak etme
yolunda, kendi karmalarıyla, kendi tekâmülüyle uğraşıp duran ve aynı maddesel mekân
ve zamanı kullanan bir ruh arkadaşı. O kadar. Onu çok özel yerlere koymayalım
ve tekâmülümüze faydalı olduğu için kutsayıp, sevgiyle kendimizden özgür
bırakalım. Kendimizi de ondan özgür bırakalım. Birisine ya da birilerine
bağımlı olduğumuz sürece, yani mutluluğumuz bir başkasının davranışlarına bağlı
olduğu sürece ÖZ’ümüzün gerektirdiği özgürlüğe kavuşamayız. Zaten
beklentilerdir insanı mutsuz eden ve an'da ve akışta olmaktan alıkoyan ki hepsi
de egoya aittir. Özgür olmak, "kabul ve hoşgörü" den öte, zaten kabul
ve hoşgörüye bile gereksinimi olmayan bir ÖZ olduğunu idrak etme konusudur.
Boyutlar arası, yani boyutlar boyunca süren ruhsal aşk ise
bambaşka bir anlamdadır. Doğum haritalarımızda Neptün ve Neptün geçişleri ile
sembolize olur. İlahi bir aşktır. Beklentisi yoktur. Sahiplenmesi yoktur. BİR’
e ve bütüne duyulan sevgidir ve saygıdır. Kırılınmaz, üzülünmez, hayal kırıklığına yer
yoktur, beklenti olmadığı için. Böyle bir ruhsal bağlamdaki sevgi bazen bir
insanla da yaşanır. Ancak tüm ruhsal bilgilerde bunun ancak kişilerin tam tekâmülünden
sonra gerçekleşebileceği söylenir. Egonun
hiç yer almadığı bir aşktır. Var oluşun kutlandığı bir aşk. Bazı bilgilerde
bunun ikiz ruh (twin flame) ile bir araya gelindiğinde yaşandığı söylenir ki bu
da yine tüm tekamül tamamlandıktan sonradır.
Biz şimdi dünyaya inelim J
Şimdi egomuza yenilip hala beğenilmediğimiz (!) için ya da arzularımız karşılık
bulmadı diye üzülmeye mi devam etmeliyiz, yoksa, Öz'ümüzü idrak edip var oluşun keyfini
anda ve akışta kutlamalı mıyız ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder