30 Eylül 2014 Salı

VENÜS BUGÜN TERAZİ BURCUNA GEÇTİ (30 EYLUL 2014)


Venüs gökyüzündeki yolculuğuna bugünden itibaren Terazi Burcu’nda devam edecek, 22 Kasıma kadar.

Artık rahatlayabiliriz. O titiz, ayrıntıcı, az ya da çok mızmız günlerimiz bugün itibarıyla sona eriyor.  Temizlikleri yaptıysanız, rahatça oturup çayınızı, kahveniz için. (Elbette o günlerin de bize ve tüm varoluşa büyük katkısı oldu) şimdi artık daha gevşek, daha etrafımızdaki güzelliklerin farkına varır, daha estetik, daha zarif, yumuşak, sanata meraklı ve sosyaliz. Hatta aşık da olabiliriz.

Venüs Terazi burcunun kollarında, yani kendi evinde çok mutlu. Bize de haritamızda kontak kurduğu unsurlar yoluyla keyif veriyor olacak.
TERAZİ bu durumdan en çok pay alanlar, hiç kuşkusuz. KOVA ve İKİZLER de öyle sayılır. KOÇ, ikili ilişkilerde tatlı, uçucu flörtler yaşayabilir, haritada başka bir sağlamlık göstergesi varsa, bu etkiyle başlayan flörtler tatlı bir sonbahar anısı olarak kalır : )

YENGEÇ ve OĞLAKLAR, eğlencenin, harcamanın ucunu kaçırabilir, biraz abartabilirler. (haritalardaki diğer etmenleri hesaba almadan konuşursak)
ASLAN ve YAY’lar da küçük bazlı, günlük hoşluklar yaşayabilirler.
Tabii, bunların hepsi yükselen burçlar için de geçerli.

Burada adını anamadığım burçlar, burç olarak Venüs-Terazide konseptinin kapsama alanı dışında demektir. Onlara ancak haritalarına bakarak ek bilgi verebilirim.

Tabii, öte yandan Venüs haritamızın şu sırada hangi evinden geçiyorsa, o ev konularıyla ilgili minik ya da bazen büyük hoşluklar geliverebilir hayatımıza.
Hoşluklar her zaman bizimle olsun J



26 Eylül 2014 Cuma

EKİM'de GÖKYÜZÜNDEN MÜJDE




EKİM Ayında AY ve GÜNEŞ TUTULUMLARI var ve ikisi de oluştukları andaki olumlu ve etkin gezegen geometrisi nedeniyle herkese mutlu beklenmedik sonuçları ve mutlu başlangıçları vaat ediyor.

8 Ekimde, KOÇ burcundaki AY TUTULMASI'nın sembolize ettiği beklenmedik mutlu sonları, hasatları ve 24 Ekimde, AKREP burcundaki GÜNEŞ TUTULMASI'nın sembolize ettiği mutlu başlangıçları şimdiden kutlayalım

25 Eylül 2014 Perşembe

AN'da YAŞAMAK (NASIL YANİ?)



Hep olduğu gibi, bir danışanıma yazdığım bir yanıt bana yine burda daha genişletilmişini yazmak için ilham verdi. 

Senin (ve hepimizin) burada geliştirmen gereken yetenek ANDA KALMAK. Anda kal. Anda kalmak en büyük ruhsal gelişmişlik halidir. En büyük ruhsal gelişme pratiğidir. Şu an masanda oturuyorsun mesela, o masanın kenar çizgisiyle, kıvrımlarıyla ilgilen boş kaldığında. Tabii daha önce işine yoğunlaş. İşine yoğunlaşırken o kâğıdın kenarı, köşesi, odadaki çiçekler... Yani bulunduğun ortamın ayrıntılarına odaklan. Çünkü o AN bir hediye sana. Komik gibi görünüyor ama gerçekten böyle. Her AN bir hediye. (ingilizce ve daha da kökte latincede "present" da hediye anlamındadır biliyorsun" Her AN'ı en derinine kadar yaşamamız lazım. İçinde bulunduğun AN'ı tam idrak etmek, yani VAROLUŞ'un içine tam olarak girmek ve onu kavramak için AN'ı tam olarak idrak etmen gerek. Odandaki kâğıdın, kalemin kıvrımlarına bak. Onların varoluşunu idrak et. Odana giren birini tüm aurasıyla kavrayarak bak ona. Çünkü o AN'ı seninle paylaşıyor ve bir VAROLUŞ olarak senin bir parçan o. AN'da kalmak var oluşu kavramaktır. O zaman seni üzen kişilerin bu muhteşem varoluş içinde hem ne kadar önemli (var oluş açısından) hem de ne kadar önemsiz (senin auran açısından) olduğunu idrak edersin. Bir var oluş olarak ona sevgi duyarsın ama egon devreye girip bu sevgi yerine tutku beslemezsin. Auran kendine kalır. O alana hiç kimseyi sokmazsın. Bunu pratik etmen için muhtemelen o senin hayatında. Çünkü evrende bağımlılıklara yer yok. Her halimizle özgür olmalıyız. Sen özgür yaratıldın. Neden bu özgürlüğünü bir başkasıyla buluştun ya da buluşamadın ya da o şunun adını andı ya da anmadı meselelerine feda edesin ki. Her AN'ı kutla.. En büyük varoluş biçimi bu. O AN'a ve senin aurana, o anda orada bulunmayan başka birş eyin ya da birilerinin girmesine izin verme. AN ne gerektiriyorsa ona yoğunlaş ve AN'ın getirdiği her şeye. Bir kaleme bile.

Bir satış sözleşmesi mi yapacaksın, o senin bütün evrenin -olsun- o AN. Sözleşmenin virgülüne kadar odaklan. Evren o anda bir sözleşme bir de sen. An’da kal. An’ı yaşa, bütün unsurlarıyla. Geçmiş yok-gelecek yok. Sadece sözleşme ve sen var. Ofisten çıktın, araba kullanıyorsun, eve, sürücüsün. Şimdi evren bir araba, direksiyon ve sen. Gereken ne ise yap. Şu an evrende bir akan trafik var bir sen. Trafiğe yoğunlaş, arabaların lambaları, hızları, öz camdan gördüklerin. O an bütün evren bu ve sen onun gereklerini yerine getiriyorsun. Andan kaçmak da olmaz. An her unsuruyla en derinlemesine ve bütün gerekleri yerine getirerek yaşanmalı. Geçmiş yok, ofisteki sözleşme yok, “o bana bunu demişti, ben de keşke ona şunu deseydim” yok. Geçmiş yok. Gelecek de yok. “Yarın sözleşmeye şu maddeyi koysam mı yok”. O, o anın meselesi. Ve en güzel o anda çözümlenecek, sen o an’a yoğunlaşınca. Şimdi eve geldin. Bak anahtar, nasıl da ucu şekil şekil değil mi. Ne kadar fonksiyonel. Onun FARKINA VARIYORsun. Anahtarın deliğe girip, sadece o kapıyı açması ne ilginç değil mi, bak o AN sana bu mucizeyi sunuyor. Ve AN’lar böyle sürer gider. O An ne varsa EVREN o’dur. Eve girdin, şimdi çocukları doyurmak gerekiyor. Dolabı açtın, yeşilliklere bak, salata yapacaksın. Ne güzeller değil mi? Her tarafı kıvrım kıvrım. Domatesler, salatalıklar rengârenk. Domatesler nasıl yusyuvarlak. İncele onları. Evrende bir domates var bir de sen. Kesiyorsun, evrende bir salata var bir de sen. Çocukları geliyor masaya, belki bir tanesinin ateşi çıkmış, hasta, belki çok hasta. Şimdi evrende bir sen varsın bir de o hasta çocuk. Şimdi tedavi, önlem ve belki doktor zamanı. Şimdi evrende bir sen varsın bir de doktor mesela. Dikkatle onun ne dediğine odaklanıyorsun.

Ya da eve dönerken bir araba geldi seninkine arkadan çok fena vurdu ve sen başını çok fena çarptın. An hemen hastaneye gitmeni gerektiriyor. Hemen gidiyorsun, kendini doktorlara ve evrenin koruyuculuğuna teslim ediyorsun. Çünkü gerekeni yaptın. Hastaneye geldin. Orada yapılanlara odaklan. Keşke direksiyonu biraz sağa çevirseydim deme. O an bitti. Şimdi bu var. Ve sen bunun gereğini yapıyorsun.

Gibi.

İşte bu ÖZ'dür, AN'da yaşayan, AN'ın gereğini yapıp, kaygı duymaya vakti olmayan.

En guzel AN kutlamaları bizimle olsun : 

22 Eylül 2014 Pazartesi

TERAZİ BURCUNDA YENİ AY



24 Eylül, sabah 9:14'te Güneş ve Ay dünyadan bakıldığı açıyla, TERAZİ BURCU'nun 1;07 derecesinde tam üstüste geliyor ve Yeni Ay oluşuyor.

Demek ki estetikle, sanatla, güzelliklerle hatta aşk ile ilgili fikirlerimizi hayata geçirmemizin mümkün olduğu iki hafta olacak önümüzde. Terazi burcunun temsil ettiği zerafet, güzellikler için hayatımızda yer açalım, yeni başlangıçlar yapalım.

Aynı zamanda ikili ilişkilerimizde de  (duygusal olanlar ya da olmayanlar, hepsi) yeni dengeler kurabileceğimizi sembolize eden bir Yeni Ay bu. Üzerinde çalışmak istediğimiz, yeni bir denge oluşturmak istediğimiz ilişkilere eğilebileceğimiz bir dönem. (Özel doğum haritalarındaki diğer etmenler de izin veriyorsa).

Terazi'nin  sanatta, estetikte, ilişkilerde yaratıcı olabileceğimizi işaret eden bu Yeni AY'ında gevşeyebildiğimzi kadar gevşeyelim ve 2 hafta sonra gelecek olan Dolunay'daki Ay tutulmasının sembolize ettiği, yaşam akışımızda belirecek sürpriz gelişmeler için biraz hazırlıklı olalım.

Terazi'nin başlıca dersleri çevremizdeki kişilerle barış ve uyum içinde olmayı öğrenmektir. Demek ki bu iki hafta bu tür sınavlardan geçebileceğiz. Barış ve uyum sağlarsak sınavları vermiş olacağız. Hoşgörü ve kabul sınavları her zaman her yerde : )

Terazi Burcu'nun ilk 10 gününde doğmuş olanlar, yine, TERAZİ'nin ilk dereceleri Yükselenler ya da haritalarında bu Yeni Ay ile kontak halinde olan başka bir unsur bulunanlar en çok işaret edilenler. KOÇ, YENGEÇ ve OĞLAK'ın ilk 10 günlerinde doğanlar da işaret edilen alan içinde. Aynı şekilde yakın olmaları nedeniye, BAŞAK, BALIK, İKİZLER ve YAY'ın son 2-3 gününde doğmuş olanlar ile ASLAN ve YAY'ın ilk 10 gününde doğanlar da işaret ediliyor.

Her zaman olduğu gibi, kişisel haritalarımızda, bu Yeniay hangi eve düşüyorsa hayatımızın o alanında yenilik potansiyeli var demektir. (*)

Mutlu yeni başlangıçlara.

(Doğum haritalarınızın çıkarılması ve yorumu için astroart.zn@gmail.com 'dan iletişim kurabilirsiniz.)

17 Eylül 2014 Çarşamba

FİZİK AŞK ve BOYUTLARARASI AŞK



Doğum haritalarımızda fizik dünya bağlantılı aşk duygumuz büyük oranda Mars ve Venüs ile sembolize olur. Bu gezenler haritamıza kontak yaparak geçtiği zamanlar fizik aşkımızın aktive olduğu zamanları sembolize eder. Böyle zamanlarda kolayca çekim duyarız, ayrıca kendimiz de çekici hale geliriz. Doğum haritamızdaki bu gezegenlere Jüpiter transitinde aşkımız genişler, parlar, derinleşir. Satürn geçişi olduğunda, olumlu bir geçiş ise, bu dünyasal aşkın istikrarlı olduğunu sembolize eder.

Fizik dünya aşkı, geçici ve en büyük tekâmül ettirici etmendir. Ego’nun en yüksek olduğu alanlardan birdir. Fiziksel aşkta, ruhsal ÖZ’ümüzün aslında hiç peşinde olmayacağı beklentilere gireriz. Sahiplenme, beğenilme isteği, onaylanma isteği, sahip olunma isteği gibi. Sonra bunları bulamazsak bu kez de yine ego kaynaklı; ÖZ’ümzüde olmayan duyguları taşımaya başlarız: Kırılma, üzülme, hayal kırıklığı. Beklentili olmanın doğal sonuçları.

Kırılmamamız ve üzülmememiz ve hayal kırıklığına uğramamamız için şunları hatırlayalım ve idrak edelim;. Öncelikle hepimiz yaşam olarak, doğmadan önce çok dikkatlice kendimize ve bütüne en faydalı olarak düzenlediğimiz plana uygun olanını sürüyoruz. Rastlantı yok.  Plan var. Dünyasal hayatta, bir durumda (ya da bütün durumlarda) yapılması gereken ne varsa yaptıktan sonraki akış'a ve an' a güvenmeliyiz, teslim olmalıyız. Şu an ne oluyorsa KENDİMİZ onu kendi yararına olduğu için planlamıştık, yaşam olarak, amacımız egolarından arınmaktı. Ego = beğenilmek,  takdir edilme isteği, öncelikle. Gelişmiş ruhlar genellikle yalnız yaşarlar. Çift olmanın getireceği ego derslerine ihtiyaçları artık yoktur çünkü. Evet, çift olarak yaşamak egonun bir fonksiyonudur. Ego sevilmek, beğenilmek, birisinin gözünde tek olmak vs ister. Oysa hiç birimizin buna ihtiyacı yoktur. Sadece bunu idrak etmek gerekir. Hepimiz var oluş halimizle zaten çok değerli ve eşsiziz. Bunu idrak edersek beğenilme beklentimiz kalmayacak, beklenti kalmayınca, kırılma, üzülme, hayal kırıklığı gibi sonuçları olmayacak.

Bir durup düşünelim. Bizim kendimizi uğrunda kırılmış hissettiğimiz "o kişi" kim? O da tam da bizim gibi, kendi tanrısal özünü idrak etme yolunda, kendi karmalarıyla, kendi tekâmülüyle uğraşıp duran ve aynı maddesel mekân ve zamanı kullanan bir ruh arkadaşı. O kadar. Onu çok özel yerlere koymayalım ve tekâmülümüze faydalı olduğu için kutsayıp, sevgiyle kendimizden özgür bırakalım. Kendimizi de ondan özgür bırakalım. Birisine ya da birilerine bağımlı olduğumuz sürece, yani mutluluğumuz bir başkasının davranışlarına bağlı olduğu sürece ÖZ’ümüzün gerektirdiği özgürlüğe kavuşamayız. Zaten beklentilerdir insanı mutsuz eden ve an'da ve akışta olmaktan alıkoyan ki hepsi de egoya aittir. Özgür olmak, "kabul ve hoşgörü" den öte, zaten kabul ve hoşgörüye bile gereksinimi olmayan bir ÖZ olduğunu idrak etme konusudur.

Boyutlar arası, yani boyutlar boyunca süren ruhsal aşk ise bambaşka bir anlamdadır. Doğum haritalarımızda Neptün ve Neptün geçişleri ile sembolize olur. İlahi bir aşktır. Beklentisi yoktur. Sahiplenmesi yoktur. BİR’ e ve bütüne duyulan sevgidir ve saygıdır.  Kırılınmaz, üzülünmez, hayal kırıklığına yer yoktur, beklenti olmadığı için. Böyle bir ruhsal bağlamdaki sevgi bazen bir insanla da yaşanır. Ancak tüm ruhsal bilgilerde bunun ancak kişilerin tam tekâmülünden sonra gerçekleşebileceği söylenir.  Egonun hiç yer almadığı bir aşktır. Var oluşun kutlandığı bir aşk. Bazı bilgilerde bunun ikiz ruh (twin flame) ile bir araya gelindiğinde yaşandığı söylenir ki bu da yine tüm tekamül tamamlandıktan sonradır.


Biz şimdi dünyaya inelim J Şimdi egomuza yenilip hala beğenilmediğimiz (!) için ya da arzularımız karşılık bulmadı diye üzülmeye mi devam etmeliyiz,  yoksa, Öz'ümüzü idrak edip var oluşun keyfini anda ve akışta kutlamalı mıyız ?

11 Eylül 2014 Perşembe

MARS YAY BURCUNA GEÇMEKTE, (14 EYLÜL 2014)


Biraz gevşeyebiliriz artık.

Mars bundan önce Temmuz sonundan beri bulunduğu Akrep Burcunda iken, duygularımız derinleşti, hassaslaştı, en keskin duygulara aşina olduk.. Evren bize o kadar ateşli olmanın çok hayırlı olmadığı derslerini verdi belki de. Sakin olmanın da daha hoş bir şey olduğunu anlama deneyimi yaşadık belki de.  Evrenin bizden beklediği şekilde NÖTR olamadığımızı gördük ve NÖTR olmamanın sonuçlarının dersini aldık belki de.

Şimdi MARS, 14 EYLÜLDE rahat ama maceracı, duygusal olmayan ama şakacı ve fazla umursamaz YAY ‘a geçiyor.  Yeni projeler için heyecanlı olacağız, yeni atılımlarımız için enerji bulacağız, belki bol bol seyahat edeceğiz, çok daha saf bir enerjiyle hareket edeceğiz.

Marsın bu geçişinden en fazla enerji alacak burçlar tabii, ASLAN ve KOÇ’un ilk günlerinde doğanlar. YAY’lar ise aşırı enerjik olup fazla koşturabilir, ayrıca minik kazalar ve baş ağrıların uğrayabilirler, dikkat etmelerinde yarar var. Yine de bu enerjiyi pozitife çevirmek onların elinde. Yükselen Aslan, Koç ve YAY da aynı şekilde.

İKİZLER, hem kazalara hem baş ağrılarına açıklar hem de ikili ilişkilerde gerilim yaşayabilirler. BALIK ve BAŞAK’lar ise en sert etki alanlar. Onların da yine minik kazalara, baş ağrılarına, hastalıklara karşı dikkatli olmalarında yarar var. Yükselen İkizler, Balık, Başak da aynı şekilde.


Olumlu enerjiniz her daim olsun : )

10 Eylül 2014 Çarşamba

AYNA AYNA SÖYLE BANA (MARS, PLUTON SEMBOLLERİ)



ÖZ'ümüze doğru tekamül yolunda evren bize hatalarımızı yani, 'sevgi dışı' halimizi göstermek ister. Nasıl gösterecektir? Elbette ancak ve ancak başkaları ve çevremiz yoluyla. 

Ya da, hep aynı durumlar, davranışlar karşımıza çıkar çünkü Evren o durumu HOŞGÖRÜ ve KABUL ve TEPKİSİZLİKLE ve NÖTR bir bakış açısıyla karşılamamızı istiyordur. 


Başkalarında en çok öfkelendiğimiz ya da en azından tepki gösterdiğimiz şeyler, aslında kendimizde de olup, kabul edemediğimiz ve kendimizde sevmediklerimiz özelliklerdir.

Evren her konuda sistemli çalıştığı gibi, ilerleme yolunda bizlere kendi kusurlarımızı göstermek için de çok mükemmel bir sistem kullanır: Aynalar. Buradaki aynalar bizde olumsuz duygular uyandıran insanlar ve davranışlardır. Kendi kusurlarımızı keşfetmek için aynalardan yararlanmayı öğrenmemiz gerekir. Başka bir insanda var olan herhangi olumsuz bir kişilik özelliği/davranış bizde olumsuz duygular yaratıyorsa, hemen dönüp kendimizi incelersek, bizim de aynı davranışa en azından yatkın bulunduğumuzu ve üstelik bundan da keyif almadığımızı keşfederiz. Bu kişi, yani bu ayna bize bizim kusurumuzu aksettiriyor ve Evren de bu sayede o kusuru bize işaret ediyor ve düzeltmemizi istiyor. Burada anahtar oluşum; Sergilenen davranışın bizde herhangi bir tepki yaratıp yaratmadığıdır. Eğer olumsuz bir davranış bizde tepki yaratmıyorsa, anlayışlı, hoşgörülü davranıyorsak ya bu davranış biçimi bizde yoktur ya da vardır ama kendi içimizde onu zaten keşfetmiş ve varlığını kabullenmiş ve belki de iyileştirme yolundayızdır. O zaman ortada bir aynalık yoktur. Ancak tepki verdiysek, bu davranış kendimizde olup, sevmediğimiz ve kabul edemediğimiz, henüz yara halinde, iyileştirmeyi bekleyen bir durumdur.

Biz olumsuz tepki verdikçe, tepki verdiğimizbu durumları (Aynaları) Evren karşımıza daha çok çıkarır. "neden hep manyaklar beni bulur" çok kullandığımız bir laftır: ). Evrende rastlantı yoktur! Evren bir şeyi bize sunuyorsa çok esaslı bir nedeni vardır. Evet, biz kendi manyaklığımızı (:))keşfedene kadar bütün manyaklar gelip bizi bulmağa devam edecektir!

O yüzden, tepkili olmanın aslında çok gereksiz bir çırpınış olduğunu idrak etmeliyiz. Olumsuz tepki hiç bir şeye çözüm getiremeyeceği gibi, bedende çözülemeyen fiziksel düğümler yaratır. Daha sonra bu düğümler bedende başka istenmeyen fiziksel oluşumlara dönüşür. ZATEN her hastalık ruhsal gerçeklere ve ÖZ'ün doğasıyla uyumsuzluğun bir sonucudur. Biz ruhsal yasalarla ve doğa ile yaşadığımız sürece bedenimizde bu olumsuz enerji düğümleri zaten oluşmayacaktır. 


Öyleyse her olumsuz tepkimizde hemen durup kendimizi incelemeliyiz. "Bu durum bana hangi konuda aynalık yapıyor?".

Evren bize kusurlarımızı bundan daha güzel gösteremezdi! Biz kendimizde, kendimizin kabullenemediği o şeyi bulup, iyileştirme için çaba harcarsak, bir süre sonra aynalıkların da azaldığını ve yok olduğunu göreceğiz.


Mutlu keşfedişler : )







9 Eylül 2014 Salı

DOLUNAY 9 EYLÜLDE BALIK BURCUNDA,


PLUTON desteğiyle oldukça kuvvetli bir Dolunay. Hassas, derin hülyalı Balık Burcu ile tutkulu Plutonun enerjisi olumlu bir açıyla birleşince yoğun bir hassasiyet, yoğun bir yeniden şeklillendirme arzusu, kuvvetli psişik bağlantılar olası.

Amaçlarımıza, hayallerimize karşı daha derin bir tutkuyla sarılabileceğiz bu dönemde. Ve eğer dolup da taşan bu duyguları hayata geçirisek, kalıcı bir süreç elde edeceğiz. İçimizden gelen, dolan, taşan duyguları kolaylıkla sanat, yazı, işimizde yaratıcılık gibi yollarla hayata geçirebiliriz. Burada anahtar tema, şimdiye kadar olanın yerine yepyeni bir şey inşa edilmesi. Ya da olanın yepyeni bir kişiliğe, tarza bürünmesi. Daha olumlu bir yöne doğru. (gökyüzündeki dolunay anındaki geometrinin doğası öyle olduğu için). Bütün değişimlerimiz olumlu yöne kayacak. Mevcut kili ilişkilerde de olumlu köşe dönüşleri olası.

Bu sembolize herkes için geçerli ama, en çok da BALIK, BAŞAK, OĞLAK lar için. Çünkü gökyüzü geometrisinin köşe noktalarında şimdi onlar var. Tabii, yükselen Balık, Başak ve Oğlaklar için de bu geçerli, ayrıca yine bu burçlarda doğum haritalarının önemli unsurları olanlar.

Aynı Gökyüzünde, Dolunay sırasında, bir de Venüs- Neptün karşıtlığı var. Bu geometri, en yanıltıcı aşk duygularını sembolize eder. Öyleyse, yepyeni bir başlangıç bu dönemde çok akılcı değil. Ama bu gökyüzü altında müthiş yeni karşılaşmalar da çok olası. Bunlardan büyük bir kısmının (kişisel haritalarında kuvvetli bağlayıcı unsurlar olmayanlar) hep dediğimiz gibi tatlı ve tutkulu bir Eylül aşkı olarak anılarda kalması büyük olasılık.

Bu gökyüzü geometrisi, ikili ilişkiler açısından halihazırda olanın yenilenmesi, yepyeni bir form alması için çok uygun.

Onun dışında, içinizden taşan müthiş duyguları yaratıcılığa kanalize etmeyi unutmayın : )

Mutlu Dolunaylar.

SATÜRN ÖĞRETMENLİĞİ: ONAYLANMASAK OLMAZ MI?

Olur. 

Ve ödülü özgürlük olur.





Genellikle de “hayatta istediğimiz ödülü alamadığımızı hissettiğimiz zor zamanlar” Satürn geçişleriyle sembolize olur. Haritamızda öncelikle Güneşe, sonra diğer gezegenlere ters açıyla geçen bir Satürn bize çok büyük bir kısıtlanmış duygusu tadacağımızı işaret eder.

Kendi özel alanımızda, başkalarının özgürlükleriyle kesişmeyen alanda yaptıklarımız, yaşadıklarımız, işlerimiz, yaratımlarımız, ortaya koyduklarımız, çalışmalarımız, saçımız, kıyafetimiz, davranış biçimimiz hakkında devamlı onay bekleriz. Övgü ve beğeni bekleriz.

Oysa BEN BEN’İM ve kendi özgürlük alanımda onay bekleyen de ego’dur . Ego sevilmek, okşanmak ister. Sık sık tozu alınsın, parlatılsın ister. Çünkü dualite (BİR’in değil, İKİLİĞİN, KARŞITLIĞIN geçerli olduğu dünya) bilincindedir. BİR’in farkında değildir. Bütün yaratılmışların, yaratımın bir hücresi olduğunu bilmediği için devamlı rekabet halindedir. (Bu yüzden de özgür değildir. ) Hep ortaya çıkmak, dikkat çekmek ister. “bakın ben güzel bir şey yaptım”, “bakın ben en güzelim” “bakın ben en başarılıyım”. Hepimiz az ya da çok onay bekleriz. Onay beklediğimiz için çoğu kez KENDİ’mizi tam olarak ortaya koyamayız. Hep dualite dünyasının, yani fizik boyutun ortaya koyduğu standartlara uygun davranmak isteriz. “Öyle yaparsam topluma aykırı düşerim ve SEVİLMEM”, “bunu açıklarsam aykırı düşerim ONAY GÖRMEM ve SEVİLMEM”, “şu işi onların istediği gibi yapmazsam, onaylanmam, belki işimi kaybederim –oysa yanlış, bana uymayan bir şey yapıyorum- . “40-45 yaşına geldiğinde işinde yükselmiş, bir ev ve arabaya kavuşmuş olmalısın” inancı gibi. Bir sürü dualite kuralına kendimizi kaptırıp gidiyoruz. MUTSUZ ve BAĞIMLI olarak. Onaylanmaya bağımlı ve mutsuz. Kendimiz olamıyoruz.

Kendisi olamamak ruhu, ÖZ’ü çok yorar oysa ki. O belki egonun bağımlılıklara düşkünlüğünden daha düşkündür özgürlüğüne. ÖZ kendini yansıtmak ister. BEN BEN’im demek ister. ONAYLANMAYA İHTİYACI OLMADIĞINI BİLİR. O kimseyi yargılamaz. Yargılanmasının da geçersiz olduğunu bilir. Olumsuz eleştiri yapmaz, olumsuz davranışlarda bulunmaz, kendi menfaati için başkalarına zarar vermez. Fiziksel boyutun sunduğu maddi olanaklarla gereğinden fazla ilgilenmez. Kimseye bağımlı olmaz, kimsenin de ona bağımlı olmasını istemez. Ayrılık diye bir şeyin olmadığını bilir, her şeyin BİR olduğunu, bütün var oluşun aynı ÖZ’den olduğunu ve birbirini geçme yarışının bu platformda hiç yeri olmadığını bilir. ÖZ sadece ol’ur. Kendi ol’ur. Özgür olur.

KENDİMİZ olduğumuz sürece ÖZ’ümüze yaklaşıyoruz, egodan arınıp tekâmül ediyoruz.

Mutlu tekâmüller.

ŞU KARMA NEDİR ve NASIL ÇÖZÜMLENİR


Ruhsal varoluşun ve Evren'in en bilinen fizik kuralıdır "Karma". Yaydığımız enerjinin aynısı tıpatıp bize geri döner. İşte bu yüzden de "başımıza gelen her şeyin" sorumlusunun aslında kendimiz olduğu bilgisini de barındırır. Sonsuzluktan beri gelen yaşamlarımız boyunca ektiğimiz enerjiler, mutlaka varlığımızın bir noktasında karşılığını bulacaktır. Bazen hiç beklemediğimiz bir anda aynen bize geri dönecektir.

Bizler, ruhsal varlıklar olarak mükemmele doğru ilerlemek istiyoruz. Derinlerde, özümüzde bu istek kayıtlı, biz farkında olsak da olmasak da. Bu istekle sayısız kez yeniden doğarız. Fizik ortama her doğuşumuz mükemmellik yolunda biraz daha ilerlemek, fizik ortamın ego sınavlarında biraz daha geçip, Tanrısal özümüze biraz daha kavuşmak (ki bu da mükemmelliğin tanımıdır) amacıyladır. Bu amaç içerisinde Evren bize kendi davranışlarımızın ya da yaydığımız enerjinin başkaları tarafından nasıl algılandığını, ne hissettirdiğini göstermek ister. Eğer acı veren bir davranışta bulunduysak, er geç aynı çeşit bir acı gelip bizi bulacaktır. Tam bu noktada şunu bir daha hatırlamakta yarar var: Biz başkalarına ancak ego yoluyla, egomuzu korumak yoluyla, yani egoist davranışlar yoluyla zarar verebiliriz. Demek ki burada da gözlemleyeceğimiz esas faktör kendi egomuz olacak. Başkalarına, topluma, doğaya verebileceğimiz zararları bir gözden geçirelim. Aklımıza ne gelirse gelsin egonun ürünüdür. Ego'nun üç silahını hatırlayalım: başkalarını ya kendimiz daha çok para sahibi olalım diye, ya daha yüksek mevki sahibi olalım diye ya da bunlardan eksilmeyelim, ödün vermeyelim diye ezer geçeriz. Ya da dizginlenmeyen cinsel arzulardır başkalarına zarar verilmesi..

Bütün olumsuz davranışlarımız buna maruz kalanlar tarafından üzüntü, acı (bazen bedensel), kıskançlık, bazen nefret ve kin ile karşılık bulacaktır. Yarattığımız bu duyguların dengesiz kalması, yani tek tarafta kalması evrenin fiziğine uygun değildir. Aynı üzüntü, kin, acı ve nefreti buna kaynak olanın da deneyimlemesi gerekmektedir. Öyleyse varlığının bir noktasında kendi davranış biçiminin aynısı bu kez kendisine yapılacak ve kişi aynı duyguları tadacaktır. Eğer kendisi bu durumun bilincinde ve farkında değilse –ki çoğunlukla değilizdir- bu kez kendisi tekrar aynı davranış biçimiyle ya aynı kişiye ya da başkalarında aynı olumsuz duyguları yaratma yoluna gidecektir.

Karma bu şekilde sürer gider, ama nereye kadar? Bir noktada taraflardan o sırada alacaklı olan tamamen ve saf bir niyetle diğer tarafı AFFEDİNCEYE kadar. AFFETMEK karmayı bitirir. Affetmediğimiz ve affedilmediğimiz sürece Karma devam edecektir. Karma devam ettikçe de biz yeniden ve yeniden fizik ortama doğarak hep karmalarımızı baştan ve baştan yaşayacağız.

Aslında kadim toplumlar bu bilgilerin hep farkındaydılar. Düşünelim, neden cenazelerde ölenin yakınlarına sorulur: "Hakkınızı helal ettiniz mi?" Yani aslında hesap o noktada kapansın istenir. Temiz, gönülden bir affetme duygusu bütün olumsuz olasılıkları artık yok edecektir.

İsa da eğer Yaratan tarafından bağışlanmak istiyorsak öncelikle kendi bağışlamadığımız kişileri bağışlamamızı söyler. Der ki, "eğer Tanrıdan dua yoluyla bir şey isteyecekseniz, önce birine karşı affetmediğiniz bir durum varsa onu affedin ki, Tanrı da sizi bağışlasın. Başkalarını yargılamayın ki, Tanrı da sizi yargılamasın, çünkü hangi yargıyla yargılarsanız onunla yargılanacaksınız. Hangi ölçüyle ölçerseniz aynı ölçüyle ölçüleceksiniz". "Kimin günahlarını bağışlarsanız bağışlanacaktır. Kiminkini bağışlamazsanız bağışlanmayacaktır". İsa'nın verdiği bu Evren bilgisi burada adını koymadan tam olarak Karmanın kendisidir.

Dalai Lama'ya göre de affetmek iki seviyelidir. Birincisi karşılık vermekten ve intikam duygularından sıyrılmaktır, çünkü intikam diğer kişiye acı verecektir, affetmenin diğer seviyesi ise düşmanlarınıza karşı artık kızgınlık duygusu bile geliştirmemektir. Kızgınlık, öfke problemi çözmez, sadece kendinizde rahatsızlık duygusu oluşturur. Kendi zihinsel huzurunuzu yok eder. Oysa sağlıklı bir bedene ancak sağlıklı bir zihin neden olabilir.



Kur'an'da da affetmenin gerekliliği yine şu şekilde yer almıştır: "Ama [unutma ki,] kötülüğü cezalandırma [teşebbüsü] de, bizâtihî bir kötülük olabilir; o halde, kim [düşmanını] affeder ve barış yaparsa mükafatı Allah katındadır, çünkü O, zalimleri sevmez."

Öyleyse, tümüyle Ego'nun ürünü olan olumsuz duygulardan arınmaya çalışmak ve bağışlamadığımız kişi ya da olaylar varsa, bağışlamaya çalışmak, bağışlamaya niyet etmek ve sonunda bağışlamak olumsuz bir Karma döngüsünü bitirecektir. Bunun yerine kendimizi olumlu duygularla kuşatırsak, insanlara, diğer canlılara, dünyanın kendisine karşı geliştireceğimiz HER olumlu davranış ve his bize bir şekilde geri dönecektir. Olumlu davranmak egoya meydan okumak demektir. Bu yolla Karmalar sona erecektir.